0


 
Bugün belki de uzun süredir yapmadığım bir aktiviteyi gerçekleştirme fırsatı buldum.
Bir süre önce arşivime taşıdığım bir film vardı ki yurttaki Kütahyalı arkadaşlardan biri filmi bilgisayarımda görünce hemen istedi (kendi yörelerinde çekildiğinden ve yönetmeni de hemşehrisi olduğundan özel bir anlamı vardı onlar açısından) çok hoşlarına gittiğini gördüm ve bugün ben de izleme fırsatı buldum.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki vizyonda ve piyasada milyonlarca lira harcanarak yapılan kalitesiz ve bir o kadar da boş filme karşı ayakta durmayı başarabilen, komik bütçelerle insanın yüreğinde sımsıcak yer edinen, samimiyeti ve içtenliği ile gönüllerde taht kuran filmler vardır.
Elbette kusurları vardır, teknik açıdan dört dörtlük değildirler.
Belki amatör oyuncularından oscarlık bir performans göremeyebilirsiniz.
Gişelerde hasılat rekorları da kırmayabilir...
Ama bir gerçek var ki değerleri sonradan anlaşılır...

İşte o filmlerden birisi "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak"

Verilen mesaj : Karpuz kabuğundan gemiye binersen çabuk inersin...

Bir köyün iki saf delikanlısı Mehmet ve Recep'in sinema aşklarını konu alan, içerisinde umudun ve hayalin eksik olmadığı, hayattan yedikleri kazığa rağmen heveslerinden bir şey kaybetmeyenlerin hüzünlü yolculuğu…

Bir şivenin, bir heyecanın, bir umut yolculuğunun en saf en güzel örneklerinden olan harika bir yapıt...

İki kafadarın ilk aşk ve parasızlıklarını konu alan, kasabalarına sinema kurmak ve film çekebilmek uğruna çıraklık yapan, bu yolda türlü meşakkatlere katlanan filmde hayatın tüm silleyi tokatını yiyen ve hep kaybeden bir karpuzcusunun olduğu, filozof ruhlu kişiler meydana çıkaran bir eser.

Yönetmeni Ahmet Uluçay ebedi istirahatine geçtikten sonra arkasında, kendisinden iz bıraktığı ilk ve son uzun metrajlı filmiydi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak..

Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, 2004 yılında çekilmiş ve 2012'nin şu günlerinde izlemiş olduğum, keşke daha önceden keşfetseydim dediğim yapıtlardan bir tanesiydi...

Bam telinize dokunan, ilaç gibi bir film…

Beyaz Giyme isimli türküyü de derleyerek harika bir fon müziği oluşturan ve beni bu türküye yeniden hayran bırakanların emeklerine sağlık diyorum.
"Saniyede 24 kare geçiriyoz ama yine de resimler gımıldamıyo didee" diye evlerinin üst katındaki yatıra her akşam dert yanan Recep'i hiç unutmayacağım herhalde. (Ekşi Sözlük Yorumu (:)

Ben lafı daha fazla uzatmadan filmden bir kaç diyalog ve sözle yazımı noktalıyorum.
Yalnız o pek kıymetli ve değerli vaktinizin 139 dakikasını bu filme ayırmanızı öneriyorum...

Karpuzcu Kemal:
- Garbuz kabuğundan gemiye binerseeeen çabık inersin. Hadi bana eyvallah!

Recep! Okumayı devam...
-abla şurda sizin karpuzcu va ya?
-ne olmuş vadıysa?
-onun çıra vardı ya recep?
-manyak mısın lan sen ne diyon kendi kendine recep'ten bana ne?
-sana aşık ya, yazık, sen de ona aşık oluvesene.
- usta! aynaylan tırak alcem baaa para versene...
- ayneyle darak mı? vay deyusun vay nerden çıktı len durup dururken ayneylen darak? bir yanar döner mi var yoksa?
- ne?
- gızların evine gire çıka gızlara aşık oldun di mi?
- yok valla usta.
- geç yalancı. valla çakarım bi tane. utanmadan bi de yalan söylüyo. nasıl gızlar güzel mi len? ne utanıyon olum? adam ustasından utanı mı lan? gızlar güzel di mi?
- güzel.
- ya anaları?
- güzel anaları da güzel.
- analarını ben alayım sen de benim damadım olursun olur mu?
-olur
- gasabanın gızları zilli olu olum zilli
Recep: - al
Mehmet: - ne bu
Recep: - treş*parasi
Mehmet: - almam valla hakettin oğlum anasi ağlattın saçların. acemi nalbant gavur eşşeğinde öğrenirmiş. sen de bizim kafada öğrendin valla. ben nihal in yüzüne bir tek daha ne zaman bakacam. bu iş bitti sağdıç.
Recep: - sen de küçük kizi sev oğlum pittiyse*nasilsa sana yanginmiş al şu paralarini
Mehmet: - almam hem ne biçim laf o büyük kız olmazsa küçük kız var mı bizim kitabımızda oyle. ben nihalsiz yaşayamam arkideş * bugun de ceviz veren dedim almadi.
Recep: - almaz oğlum o kizdan sana hayır gelmez. al şu paralarını.
Mehmet: - hem nihalden neden hayır gelmezmiş bana. hem de nasıl gelir. yapamadik anasini sattiğimin sinemasını. şimdi karpuzcu parçasıyız. tabi gelmez. ben bir recisör olen de o zaman gorsun o
Recep: - recisor olsan ne olcek aslanim. o kızın gözü yükseklerde.
Mehmet: - ne yükseği kimmiş yüksek. sinemacı olcez diyom. ne zaman büyür bu saçlar sağdıç ?
Recep: - iki aya kadar büyür herhalde.
Mehmet: - iki ay mi iki aya kadar karpuz mevsimi bitiyor bize de köyün yolu gözüküyor. gabak mevsimi geldi gabak sayende. olcekti bu kızın gönlü. şimdi işin yoksa köyü bekle.
Recep: - olm sinemaya minemaya gitmek için gelmicez mi kasabaya. aha u zaman görürsün işte. al şu paralarını.
Mehmet: - valla mafettin sağdıç. bugun yeni aynayla tarak aldiydim. usta eski beyaz gömleklerinden birini verdiydi onu da giyecektim. anası ne güzel saçların var diyodu. verirdi bu kızı bana. sen benim oğlum ol diyodu. valla mafoludum sağdıç.
Recep: - yeter gali bea çocuklaştın iyice. al şu paralarını.
"Karpuz kabuğundan gemi yapayım derken aşka gelip Barbaros'un donanmasını yeniden yapmışım, bunu çok sonra farkettim.

Ahmet Uluçay...

Veda ederken;
Adı zafer bile olsa sonlanan şey yolun kendisiyse, varsın gelenin de adı yenilgi olsun.
Yeter ki yolda yaşanan o hayallere bir şey olmasın!

Vay beeeee! Meğer ben neymişim...

Posted: by Bursevi in .
0


Güven vermeyen, kişiliksiz ve karakter yoksunu birisinin mürekkebinden..

Okula zorla gönderilen haylaz öğrenciye ilkokul birinci sınıfta öğretmeni, bir köpek resmi üzerinde çeşitli işlemler olan ödev vermişti. Ödevin amacı ise önce köpek resminin üzerinde bulunan işlemleri yapıp ardından köpeği istediği bir renge boyamaktı. Ama haylazlığından mıdır yoksa bir iletişim kopukluğundan mıdır bilinmez, işlemleri yaptıktan sonra köpeği gök kuşağı gibi pastel boya setinde yer alan bütün renklerle boyamıştı. Sonuç itibariyle ortaya çok renkli bir köpek çıkmıştı. Tabii hâl böyle olunca ertesi gün, stajer öğretmenleri başta olmak üzere tüm sınıf arkadaşlarının alay konusu olmuştu.

Arkadaşlarının ona gülmesi ayrı bir şey, öğretmen dediği kişilerin bunu alay konusu yapması ap ayrı bir şeydi onun için.
Bu durumun 7 yaşındaki bir çocuk için ne kadar utanç verici bir durum olduğunu bir düşünün..
Arkadaşlarının alay konusu olmak onu ziyadesiyle üzmüştü ancak öğretmen dediği kişilerin aldığı tavır ise onu en çok yaralayandı. O yıllarda babasını gurbet ellere yollamış, ilgiye en muhtaç olduğu yıllarda dışarıdan ona destek olabilecek kişiler yalnızca öğretmeleriyken, bunu alay konusu yaparak onu resime hatta çevresine küstürdüler. Belki farkında değillerdi, ama yaptıkları (yapmadıkları) resime gülünen o çocuğun içine kapanık birisi olmasına neden olmuştu. Onu arkadaşlarından ve toplumdan soyutlanan birisi olmaya sevketmişlerdi. Hiçbir durumda kendisini savunamayan, haklı olsa bile haksız konuma düşen, hep problemli biri olmasına sebep oldular...

Okulunu değiştirdi, yeni okulunda yaşadığı 2 yılda içine kapanıklığı karakteristik denilerek yek başına bırakıldı ve eziklik psikolojisini burada da atlatamadı.

Tekrar okulunu değiştirdi.
Yeni öğretmeni ondaki bu ketumluğun, içe kapanıklığın üzerine gitti.
Hocasının, onun ders defterlerine çizdiği şekilleri farketmesiyle ilgisi arttı.
Gösterilen ilgiden memnundu, bir şeyler yerinden oynayabilirdi ancak yılların verdiği problemi aşmasına yetmiyordu. Bir süre sonra öğretmeninin ilgili yaklaşımı onun içinde birikenleri bir tarafa bırakmasına neden oldu.

İlk olarak, bireysel çabalarıyla ilçede düzenlenen resim yarışmasına girdi. Derece aldı.
Bu başarı onu körükledi ve en samimi olduğu, tek çocukluk arkadaşıyla okulunda açılan resim kursuna gitmeye başladı.
Ortaokul yıllarında düzenlenen resim yarışmasında 3.'lük aldı.

Lisede yaptığı resimler ilgi uyandırdı.
Sergiye giden çalışmaları oldu...

Ç
eşitli özel, ailevi sebeplerden başka eğitim yıllarında yaşadığı bir takım maceralardan sonra soluğu Marmara Üniversitesi Takı Tasarımı bölümünde aldı. Farklı ufuklara yelken açmıştı.
Her şeye rağmen, her yaşadığına rağmen...

İlkokulda resmine gülünen o çocuk, her resmini ve her çizimini gizli yaptı.
O yıllarda, yaşananlardan kalan bir izdi bu.
Birisi ona bakarken yazamaz, çizemezdi..
Şimdilerde ise tekrar bir yol ayırımında..

Sebep: Üniversitede derslerde bir çizim yapmaması ve verilen çizimleri sonradan yapıp getirmesi kuşku uyandırmış, yaptığı çizimlerin ona ait olmadığı iddaa edilmişti.

O okulda yokken, sınıf ortasında arkadaşlarının yanında hocası tarafından çoktan bir senaryo yazılmıştı bile..

"Resimleri başkasına yaptırıyor!"

Evet, o çocuk bendim!Meğer ben neymişim...
Hani derler ya; "kalemim kırıldı" diye.. Herkesin kalemi hayatla ilişiği kesilerek kırılmaz.
Benim kalemim bu şekilde kırıldı.. Çizime olan ilgim, kalemim ilk o zaman başlamadan bitirilmişti.

Ancak yıllar sonra en sevdiğim hocam tarafından böyle bir ithamla karşı karşıya kalmam yeniden bir yol ayrımına gelmeme neden oldu.

Bir Tasarımcı olma yolunda ilerlediğimi ve devamlı çizimlerle haşır neşir olduğumu bilen bilir.
Hele ki çizime olan ilgimin mazisinin çok eskilere dayandığını beni yakinen tanıyanlar daha iyi bilir.

Küllerinden doğan o çoçuk yıllar sonra üniversitede benzer bir senaryo ile karşı karşıya..
Yaşanılanlara değinmiyorum bile, söylenenleri şahsıma hakaret sayıyorum..
Sadece kırgınım ve hatırladıkça da kırgınlığım artıyor.

Yalnız böylesine bir öğrenci yetiştirdikleri için üzerimde emeği geçen tüm öğretmenlerim başta olmak üzere özellikle Yusuf Yasa Güreşçi ve Birsen Yıldız'a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Belki ben giderim, adım kalır..
Veda ederken; "O" her şeyi işiten, gören ve bilendir...

11 Nisan 2012
Süleymaniye

Umarım salânı duymayı Allah bize nasip eder...

Posted: by Bursevi in .
0

Cennete kerhane ve meyhane yakıştırması yapan, ezanla ve müezzinle dalga geçen birisine ne denilir bilemiyorum…

Şamil Tayyar gibi, "Sen hangi kerhanede dünyaya geldin" diye anlamsız bir şekilde tepkimi koyabilirdim.

Ya da tıpkı Twitter'daki muhabbet gibi "Düşünce özgürlüğü diyerek dinime hakaret eden Fazıl Say için ben de küfretme hakkımı kullanıyorum. " diyebilirdim.

Sonra kendi kendime dedim ki niye küfrederek günaha gireyim, onun ceremesini çekeyim..

Bu zamana kadar gündemde olmasını yaptığı işten çok patavatsızlıklarına bağladığım birisine ne söylenebilir ki (:

Ancak duygularıma tercüman olan bir kaç kişi var ki onların diyaloglarını da harmanlayıp bir kaç kelâm etmek istiyorum..

Akşam ezanının neden hızlı okunduğunu bilmeyen ve rakı ile kıyaslayan bir şuursuz için ne söylenebilirse onu söyleyeceğim..

Akşam ezanı makamı gereği hızlı okunur.

Ayrıca Kıyamet'in akşam vakti kopacağı bilinmektedir. İnsanlar, Kıyametin koptuğunu anladığı vakit Rabbini hatırlar ve ibadet etmek için ibadethanelerin yolunu tutar. O korkuyla Rabbine son ibadetini yapmak isteyen insanlar büyük bir kargaşa içerisinde akşam ezanını hızlıca okuyup ibadet yapmak isteyeceklerdir.
Bunun hatırlanması amacıyla akşam ezanı hızlı okunur.

Akşam ezanını rakı muhabbeti ile kıyaslamak Say'gısızın aldığı ahlaki terbiyenin bir boyutudur . Buna değinmiyorum bile.

Piyanisti Fazıl Say, Tiyatrocusu Müjdat Gezen, Ressamı Bedri Baykam olan bir Türkiye'de kimse bana sanattan ve sanatçıdan söz etmesin!

Fazıl Say, notalarıyla değil hatalarıyla prim yapmaya çalışan bir kişi... Hepsi bu kadar!
Densizlikten sonra dansözlükte kariyer yapmanın peşinde, kıvır..

Umarım salânı duymayı Allah bize nasip eder.
Sıradaki ezan sana gelsin Fazıl Say...

Lâkin kalbi kapalı birisine ne kadar söz söylersen söyle, tesir eder mi bilemiyorum?
Ancak yine de Allah affetsin diyorum..





Veda ederken;

Gezdim Şam ile Halep, eyledim ilmi talep;
İnsanda yok ise haya ile edep, okusa da Merkep, okumasa da Merkep.!

Yunus Emre