5

Amin Maalouf - Semerkant 
Bir kaç gün önce elime aldığım Amin Maalouf'un Semerkant isimli kitabını bugün bitirme fırsatını buldum. Kitapla ilgili görüşlerime yer vermeden önce  Amin Maalouf kimdir kısaca ondan bahsetmek istiyorum.

Amin Maalouf, Orta Doğu'nun çalkantılı dönemlerinde 1949'da Lübnan'da dünyaya gelmiş, ekonomi ve toplumbilim okumuş ardından gazeteciliğe yönelmiş, çeşitli yayın organlarında köşe yazarlığı ve yöneticilik yapmıştır. 79'dan bu yana hayatını Paris'te idame ettiren Maalouf, hayatının büyük bir kısmını Asya ve Akdeniz kültürlerini taşıyan kitaplar yazmaya adamıştır.

Kitap, genel itibariyle Doğu Kültürünü ve yaşantısını ele alarak İran'ı, Ömer Hayyam'ı ve Rubaiyat'ının etrafında gelişen olaylar zincirini ele almaktadır. Semerkant, 1072 yılında yazılan bir el yazmasının yüzyıllar sonra okunurken aynı zamanda İran'ın tarihini ve onun çilekeş öyküsünü yansıtmaktadır. Özellikle tarihi romanlara ilgi duyanların bir nefeste okuyacağını düşündüğüm bir eser kıvamındadır.

Ancak her ne kadar roman kültürüyle yazılmış olsa da kitapta Osmanlı Devleti'ne bilhassa Sultan II. Abdülhamid'e karşı yapılan yakışıksız atıflarda bulunulması tahammül edilecek cinsten değildi. Zira Sultan II. Abdülhamid'i batinin bir kölesi, müneccimlerden medet uman, hatta daha da ileriye götürülüp haşa bir deli, bir ruh hastası olarak itham ediyordu. Kitabı bırakmam an meselesiydi ancak sonunda ne gibi bir saçmalığın yer alacağı meramımı yenemediğim için okumaya devam ettim.

Kitabın ilk 150 sayfası akıcı ve sürükleyici bir şekilde giderken birden farklı bir atmosfere geçiyorsunuz. İslam'a radikal bir pencereden bakmaya çalışan Maalouf eserinde tartışmaya açık birçok iğnelemede bulunmuş, İslam ve Şarap ikilemi arasında sık sık gidip gelmiştir. Şarabın meşruluğunu savunan Hayyam'ı yüceltmiş, ilerleyen saflarda İran'ın iç ve dış meseleleri konu alınmıştır. ABD'nin mutlak kurtarıcı olarak görüldüğü, İngiltere ve Rusya'nın ise mutlak sömürgeci ve baskıcı bir devlet olarak İran'ın iç işlerine karıştığı anlatılmıştır. Sonraki kısımlarda demokrasi yolunda büyük bir adım atmaya çalışan İran, tutucu ve baskıcı bir İslam rejimine ve monarşiye dayanan yönetimin esaretinden kurtulmak için Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na benzer bir halk ayaklanması gerçekleştirmektedir. Bu yolda kaybolan Rubaiyat'ın etrafında gelişen bir aşk dönencesi konu alınmıştır.

Semerkant, Ömer Hayyam, onun Rubaiyat isimli eseri, İslam'a karşı bakışı, aşkı ve tutkusundan yola çıkan eser; dönemin saray kültüründen günümüz siyasi ideolojisini tek yönlü alıp finali biçimsiz bir şekilde Titanic'in batışıyla sonlandırmıştır.

Kişisel Yorumum

Asya ve Akdeniz kültürlerine hakim olduğu söylenen Amin Maalouf'un, Semerkant'ı bu kültürlerden tamamen uzak ve Batı'nın etkisinde gelişen tek taraflı düşüncelerle ele almış görünüyor. Koyu ve fanatik bir muhalif ideolojiye sahip birisinin, okurken tahammül edebileceği türden bir eser olmamakla birlikte kısmi cinsellik yer almaktadır.

5 yorum:

  1. Ben okurken aslında beğenmiştim fakat haklısınız kişisel yorumunuzdada :)

  1. Bursevi says:

    İtiraf etmek gerekirse ilk 100-150 sayfasını ben de beğendim ancak benim gibi ince çizgileri olan birisi için bu tarz olumsuzluklar kitap hakkındaki ilk intibayı yerle bir etmeye yetiyor.
    Değerli yorumun için teşekkür ederim.

  1. Yorum Bey says:

    yanlış imgeler kullanarak doğunun bir kısmını yanlış lanse etmesi açısından pek de başarılı bir eser değil açıkcası. fakat eserin tutulmasının sebebi de budur: imgelerin genel-geçer kabul görmesinden ötürü.

  1. Unknown says:

    Asya, orta doğu ve islam kültürü hakkındaki yukarıda bulunan tüm yorumlara katılıyorum. Ayraca bir roman olarak ele aldığımda, konu neydi sorusuna tam bir cevap bulamıyorum. Rubaiyat'ın tarihsel yolculuğu diyemiyorum, Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizamülmülk arasında bir hikaye mi? yoksa batılı bir gezginin fantastik ortadoğu yolculuğu ve gizemli aşk hikayesi mi? İran'ın batı emperyalizmi ile geleneksel şahlık sistemi arasındaki mücadelesi mi? hiç biri tam değil, hiç biri bütün değil... kitap bittiğinde Şirin'in kaybolması gibi saçma sapan bir finalde yakışmış bence :)

  1. Adsız says:

    Gerçekten bu kitabı elime aldığımda defalarca bıraktım. sabrımın bir sınırı vardı. kitaptaki karakterler, Melikşah, nizamülmülk adeta bizanslı hristiyan birer şahıslarmış gibi, Türkler elibıçaklı kan isteyen ve bunun içinde dini kullanan ahmak insanlar gibi gösterilmiş. Islam geleneği, islami bakış açısı ve yaşantıdan bu kadar uzak ahmakane bir eser daha görmedim. Cidden böyle yazarların fransızlara yaranmak için nasıl çaba sarf ettiğini bu yazarın neden bu kadar ünlü bir yazar olduğunu daha iyi anladım. Tek kelimeyle FECAAT bir kitaptı.


Yorumlarda küfür, propaganda, reklam, aşağılama gibi üslup kullanıldığı taktirde yorumunuz yayınlanmayacaktır.

Yorumlarınız için teşekkür ederiz..