0

Ben bu parçada buldum kendimi, onun nezdinde armağan olsun içinde kendini bulan herkese (:

"Gitmek istediğin neresi ve ulaşmak istediğiniz kim varsa kapayın gözlerinizi bu şarkı sizi ona ve oraya götürecektir.."

1

Benim ağzımdan "seni seviyorum" cümlesinin çıkması kolay değildir.
Her ne kadar iki kelime de olsa, herkese bahşedilmeyecek kadar özeldir.
İçerisinde barındırdığı derinlik o kadar basit değildir çünkü.
Bil ki bu cümleyi dolaylı yoldan da olsa duyuyorsan kıymetlimsindir..

Çok pis bir numaradır bu.. Sonra ne arar ne de sorarım..

Posted: by Bursevi in .
2

Unutamadığım hiçbir anım yok.
Unutamadığım hiçbir arkadaşım yok.
Hep daha iyisini yaşadım. Daha iyisini istedim. Benim çabam gayretim budur.
Sırf bitireyim diye bir tırtıla dönüşebilirim ben.
Kurbağadan prense ve prensten tekrar kurbağaya.
Mesela kadınları terk edemem ben. Hepsi de bunu bilir.
Çok pis bir numaradır. Sonra ne arar ne de sorarım.
Başta çok zevk alırlar bundan. Ama sonra bir bakarlar ki uçup gitmişim hayatlarından..

Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan

Posted: by Bursevi in . , , ,
0



Tüm İslam Alemi'nin mübarek ayı, 11 ayın Sultanı..

Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan

Tüm İslâm aleminin; ayların en faziletlisi olan 11 ayın Sultanı ramazan ayını, en verimli şekilde geçirmesini temenni ediyor, hayırlı ramazanlar diliyorum..

0

Sana nasılsın diye sormayacağım..
Çünkü;

Başkaları sorduğunda onlara ne kadar harika, ne kadar muhteşem, ne kadar olağan üstü olduğuna dair verecek onlarca cevabın var biliyorum. Bir kez daha aynı sözleri duyacağımı bildiğim için sormayacağım sana o soruyu...

Sormayacağım; çünkü, hayatında yaşadığın bitmez tükenmez sorunları yüreğinin kanayışını, hayatının eksilişini, içinin daralışını, yaşama sevincinin tükenişini biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, yaşadığın yada yaşamak zorunda olduğun çevreyle, seviyorum dediğin kişilerle ve hatta tüm insanlarla ortak paydalarının ne kadar az olduğunu ve buna rağmen hala umudunu yeşil tutmaya çalıştığını biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, hayatında yakın geçmişe kadar, tüm çevrendekilerin gıpta ile baktığı bir çok şey başarıp meyvelerini toplamak için çok çalıştığını, ancak bu topraklarda senin gibi insanların önüne ne derece devasa engeller dikildiğini ve senin bu engelleri aşabilme gücünün tükenme aşamasında olduğunu biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, umduğun, istediğin hayatı bir türlü yakalayamayan ama yine de bulduğunla yetinmen gerektiğini hissettiren insanların alaycı tavırlarının seni nasıl kahrettiğini, nasıl yorduğunu biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, bu topraklarda yeteneklerine göre değil kimin yanında durduğuna göre değer kazandığını bildiğini ve bunun sana acı verdiğini, dirensen de kendini artık buralara ait hissetmediğini biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, geleceğe ait bir çok beklentin olduğu ve bunun için ölesiye çabalamana rağmen, sevdiğin ve en yakınım dediğin insanların hayata bakışını anlamamaktaki ısrarının seni çok üzdüğünü biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, insanların özgürlüğün ne olduğunu bilmediği, bilenlere ise bir kaç gömlek bol geldiği ve o özgürlüklerin sadece kendine ait bir hak olarak görülmesinin sana acı verdiğini biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, "serde mertlik var" diyemeyip, saklamadan, gizlemeden, utanmadan ağlayabildiğini, "ağlamak ne zamandan beri hak oldu, alındı, satıldı, verildi, lütfedildi?" diye isyan ettiğini biliyorum...

Sormayacağım; çünkü, bazen avazın çıktığı kadar bağırarak, bazense sadece susarak, bazen sayfalar dolusu yazarak, bazen de ağız dolusu konuşarak sevdanı anlatmak istediğini, ama yine de beceremediğini görüp hayata küstüğünü de biliyorum...

Evet sana "nasılsın?" diye sormayacağım... Bu bir Bayram Günü sabahı da olsa sormayacağım... Şimdi yıka elini yüzünü, gülümse aynalara, kendine çeki düzen ver ve her zaman senden bekledikleri maskeyi tak yüzüne...

Gülümseyerek "harikayım, nasıl iyi olmam ki" de yine...

Siyonistler iş başında..

Posted: by Bursevi in . , , , , , ,
0



Tahrir'de Mübarek'i deviren kalabalıkla, dün Mursi'ye karşı aynı yerde direnenler arasında ilginç farklılıklar dikkat çekti

Mursi'ye karşı başlatılan gösterilerde merkez, yine Tahrir Meydanı oldu. Ancak 1 yıl içinde aynı noktadan çekilen iki fotoğraf karesindeki ilginçlikler, gözlerden kaçmadı.
Takvim'de yer alan haberde; 14 Nisan 2012 günü de dahil olmak üzere aylarca Tahrir'de sabahlayan gençler, Mübarek rejiminin devrilmesi için mücadele verdi.
Mübarek, 2 oğlu ile birlikte hapiste. Mübarek'ten sonra yapılan seçimlerde zafer kazanan Muhammed Mursi, 1 Temmuz 2012 tarihinde Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı.

AYNI KANALLAR İŞ BAŞINDA 

Türkiye'de Gezi Parkı olaylarında ön saflarda yer alan medya grupları bölücülük çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor. Aynı medya grupları Türkistan'daki Türklerin, Filistin'deki ve Suriye'deki Müslümanların katliamına sessiz kalıyor.
1 ay önce yapılan araştırmada Mursi'ye olan desteğin yüzde 70'i aştığı ortaya çıktı. İşte o tarihten sonra Mursi'ye karşı gösteriler artmaya başladı. Muhalif lider Hamdin Sabbahi, ayaklanmalara tam destek verdiğini açıkladı.

CNN İnternational, Fox News ve BBC, Mursi'nin fazla dayanamayacağını ve istifa edeceğini iddia etti. Oysa bu kanalların hepsi, Mübarek'e karşı ayaklanmanın çok etkili olmadığını iddia etmişti. İki fotoğraf arasındaki 7 fark ise şöyle: 

30 HAZİRAN 2013
Tahrir'de 300 bin kişi var..
Mursi'ye destek yüzde 73..
Yabancı medya 263 kişi..
Mursi karşıtları kumanya ve Cola dağıttı..
Akşam, yüzde 50'si evine gidiyor...
Yüzde 30'u işsiz..
Yüzde 15'i yabancı

14 NİSAN 2012
Tahrir'de 700 bin bin kişi var...
Mübarek'e destek yüzde 10...
Yabancı medya 12 kişi...
Günlerce aç olarak protesto ettiler...
4 ay alandan hiç ayrılmadılar...
Yüzde 90'ı işsiz...
Hepsi Mısır vatandaşı...

0

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.


Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

3

Üçüncü köprüye  Yavuz Sultan Selim adının verilmesine itiraz ediliyor.
Deniliyor ki: Yavuz Sultan Selim Alevileri katletmiştir. Kesmiştir, bu coğrafyalarda derin acılar yaşatmıştır.

***

İyi güzel de..
Dersim'i bombalama emrini Atatürk vermemiş miydi?
Sabiha Gökçen de Dersim'i havadan bombalamamış mıydı?
Sabiha Gökçen de Alevi katliamı yapmamış mıydı?
O halde neden "Yavuz'a hayır" diyenler, aynı ses tonu ve kararlılıkla Sabiha Gökçen adının havaalanına verilmesine, Atatürk'ün adının muhtelif yerlerden kaldırılmasına ses etmediler ve etmiyorlar?
Neden şöyle güçlü bir "Sabiha'ya hayır kardeşim" haykırışı yükselmedi ve yükselmiyor?
Neden Atatürk'e böyle bir emir verildiği için toz kondurulmuyor?

***

Cevabını vereyim:
Bizim memlekette milli adettir, zalime de mazluma da kimlik sorulur. Zalimin de mazlumun da kimliğine bakılır ve ona göre muamele edilir.
İsten hep bu yüzden "kesen" ile "bombalayan" arasında fark gözetilir.
İşte hep bu yüzden "Kesene de, bombalayana da hayır" denmez, denemez..

Hatırlatma: Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'a teşekkürler.

0

Alkol yasağından sonra; Ak Parti Hükümeti eşittir lV. Murad oldu..
O değil de kimse sosyal medyada isimlerinin başına "efes" koymadı..
Bu ara çok günah yasaklandı, başımıza bi şeriat gelmesin?

0



Ne yazarsam yazayım her şeyin kendime ait olması konusunda kendimi alıştırmaya çalıştım. Özellikle de bu sayfada, ancak buna rağmen hoşuma giden şeyleri taşımadan da edemiyorum..

Geçenlerde başımızdan bir olay geçti, onun nezdinde kaleme alma ihtiyacı hissettiğim bir yazıydı bu. Ancak kalemimin kendini yeterince hazır hissetmediğini düşündüğüm için ileride derlenmek üzere alıntılarla bırakacağım..

Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..

Çünkü Allah gözyaşlarını sayar..
Kadın; erkeğin kaburgasından yaratıldı.
Ayaklarından yaratılmadı; ezilmesin diye..
Üstün olsun diye başından da yaratılmadı ama göğsünden yaratıldı; eşit olsun diye..
Kolun biraz altında, korunsun diye; Kalp hizasında sevilsin diye..


Ve Aziz Nesin - Bir Kadını Ağlatmak demiş;

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.
Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe! İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.


Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte. Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok!


Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. 


Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.

Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı...


Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.


Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...


İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.


Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.


Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.


E.. o zaman niye sarılsınlar ki!

Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

Sahi noldu bize?

Posted: by Bursevi in .
2




Topu atan alırdı. Bizden 1-2 yaş büyüklerimize abi diyecek kadar saygılıydık. Su kücüğün söz büyüğündü her zaman.. Küfür etmeyi bile bilmezdik çoğu zaman.. Kızarma gibi özelliğimiz vardı. Utanma duygusu ile büyüdük biz.. Top oynarken forvette Hagi defansta Bülent Korkmaz'dık.. Kaleye geçince Taffarel oluverirdik bi anda. Sevgilimiz yoktu ama sevenlerimiz vardı. Belli eden bi hareket yaptı mı oooo anlayalım lafı çıkardı koro halinde herkesin ağzından aynı anda. Erkeklerle kızlar toplandığında yakar top oynardı. Yine de centilmen adamdık biz yakmazdık bile bile kızları.. Amacımız kötü olmadı hiç bi zaman.. Karnımız acıkırdı öğle vakti güneşin altında "anneeee yarım ekmek yap" derdik.. Sepetle gelirdi ekmeğimiz. Bakkaldan kola alırdık bazen, veresiye defterine yazdırırdık. Babamın haberi var abi nidalarıyla.. Dudağımız patlardı , kimse dayak mı yedin demezdi o zamanlar.. Çünkü kimse kimseye zarar vermezdi. Ya düşmüşüzdür ya da top gelmiştir.. Her hafta dizimizde yara olurdu, kabuk tutardı. Soyması da bi zevk , kaşıması da bi zevkti.. Sabah namazıyla çıkardık sokaklara, akşam ezanıyla dönerdik yine evimize.. Tasolarımız vardı, bazıları erken kalkar inerdi sokağa biz o " çıt, çıt " sesiyle uyanırdık.. Bi kaybettik mi , oturur ağlardık kimi zaman gitti "Misty tasom, Ash tasom " diye.. Zor çıkardı çünkü cipslerden. Bisiklete biner hava atardık arkadaşlara. 2002 senesi Dünya Kupası maçları esnasında sokağa çıkma yasağı getirirdik kendimize.. TÜRKİYE maç yapacak diye yüzümüzü boyardık televizyon karşısında. En kötü hareketimiz , bisiklete pompa eşliğinde havalı korna yapmaktı belki de. Gürültü yapardık, arka lastiğe sıkıştırırdık pet şişeyi motosiklet havası katardık. Yeni dökülmüş asfaltın üstünde çıplak ayak koşmanın zevkini yaşadık biz! Sonunda zenci ayağımız olsa da.. Bizim için en büyük mutluluk, Bugs Bunny bitti zannederken arkasına yeniden bir bölüm başlamasıydı belki de.. Oturur izlerdik. Biz iyiydik , güzeldik.. Noldu bize diye sormak bile, tüm bunları yaşayanlarda bi kaç göz yaşına sebep olur belki.. Çünkü içimizde hala o çocukluğumuz ve anılarımız var..

Ha unutmadan, camiye girip içtiğimiz suyun tadı hangi damacanada?

Göz göze de mi gelmeyelim?

Posted: by Bursevi in . , , ,
2




Türk bayrağı gibiyim..
Gözlerimin biri kan kırmızısı diğeri güvercin beyazı..
Sabah yataktan kör olduğum hissiyle uyandım.
Gözlerimi açamıyordum. Zira sol gözüm sanki hiç açılmamak üzere kapanmıştı.
Birden dejavu oldum. Neyse ki daha önce benzer tabloyu yaşadığımdan dolayı şoku atlatmam geç olmadı. Göz iltihabı kapmıştım. Geçen yıllardan elimde kalan göz damlası geldi aklıma.

İlk kez yaşadığım andaki panik hiçbir yerde yok. Uykudayım, gecenin 3'ünde aniden uyanıyorum. Gözüm kapalı, sürekli yaş geliyor ve içine sanki hiç çıkmayan kum tanesi kaçmış gibiydi. Üstelik mükemmel bir acı veriyordu. Gözümü kaybedeceğimi düşündüm. Direk Mustafa abiyi aradım telefona çıkmadı. Hamza abiyi aradım. 4. arayışımda açtı. Hafta sonu olduğu için hastanede doktor bulamayacağımızı gitsek bile acilde sabaha kadar doktor bekleyeceğimizi söyledi. Pek önemsemedi. Hemen interneti açtım ve sebebi ne olabilir diye acı içinde aramaya başladım. Göz hastalıkları vs. derken göz nezlesi teşhisine benzer bir durum gördüm. Bir de ne yazsın, zamanında müdahale edilmediği takdirde göz kaybına kadar gideceği yazıyordu. Dayanamadım, sabahın ilk ışıklarıyla doktorun yolunu tuttum.  Yahu inanabiliyor musunuz? Bir an ciddi ciddi gözümü kaybedeceğimi düşündüm. Göz yaa bu göz, Allah'ın verdiği en büyük nimetlerden bir tanesi. Kaybedilmesi durumunda insanın psikolojisini hayal edebiliyor musunuz? Neyse doktora vardım, sıram geldiğinde hemen durumu izah ettim. Göz nezlesi olabileceğinden şüphelendiğimi söyledim. Ufak bir kontrolden sonra göz nezlesinin her iki gözde gerçekleştiğini ben de olanın ise sadece göz iltihabı olduğun ardından reçeteye yazdığı damlayı düzenli kullanırsam bir kaç gün içinde iyileşeceğini belirtti. Neyse ki içim rahatlamıştı. Dediğini harfiyen uyguladım ve işkence dolu iki gün son buldu.

Şimdi duruma alışık olduğumdan pek paniklemedim ama yine de verdiği rahatsızlık günümü zehir etmeye yetti. Anlaşılan bir kaç gün daha etkisini sürdürecek.

Yurttaki elemanların ne oldu, neden oldu sorularına maruz kalmaktan onlara cevap yetiştirmekten gına geldi. O da yetmiyormuş gibi "harama bu kadar bakarsan böyle olur" diye takılmalar mı dersiniz (: Yoksa "çayın bilmem neyini pamukla ıslatıp göz ucuna sürmelerden" bahseden kocakarı ilacı tavsiyeleri mi dersiniz (: Daha neler neler (:

Yahu kaç zamandır gözlerimi sakınmaktan kaç takla attığımı ben bilirim, yapılan yorumları duyunca gülmemek için zor tutuyorum kendimi (:
Ne yapalım arkadaş yani? Göz göze de mi gelmeyelim (:

O değil de üzerimde nazar olduğunu farkettim. Zira çayhanedeyken, çay doldurmak üzere elime aldığım bardak da çatırt diye elimde kırılınca gerçekten nazar olduğuma kendimi inandırdım (:

Neyse velhasıl kelam göz büyük nimet, günüm her ne kadar zehir olsa da arada bu nimetin farkına varıp şükretmem gerektiğinin farkına varıyorum en azından.
Mevlamın her verdiğinde bir mesaj, her aldığında ayrı bir hikmet var.
Dolayısıyla şikayet etme lüksümüz yok diyor gözlerimin daha fazla yaş akıtmasına engel olmam için yazımı burada noktalandırıyorum (:
Selametle..

0


Karadenizliyim!
Lazca konuşma merakım hiç olmadı.
Ana dilde lazca isteğim olmadı gibi.
Karadeniz diye adlandırılan topraklarda hep gurbeti yaşadım.
Bazen inşaatçı oldum, bazen hamal.
Bazen yurt dışına göç eden emekçi.
Bazen milletvekili, bazen mühendis.
Patika yollarla doludur yaşadığım yer. Keçi yolu diye tabir edilen
yolları hiç keleş ile dolaşmadım.
Pusu atmadım askere, polise.
Senin gibi açlığı iyi bilirim. Beraber yüklendik ülkenin en ağır yükünü.
Emekçileri oynadık nesiller boyu.
Sen susuzluktan yakınırken ben sellerin sürüklediği molozlar arasında
kaybettiklerimi­n cesetlerini aradım.
Senin adın sınır kaçakçılığıyla anılırken, ben yasa dışı silah
kaçakçısı olarak tanındım.
Silah ürettim evimin ahırında, namlu taktım oyuncak silahlara.
Sen Irak, Suriye topraklarında gezinirken ben de Gürcistan
topraklarına uzanmışım ara sıra.
Bazıları bizi çok özdeş kabul eder.
Lazlar Kürt’ün deniz görmüşüdür der bilirsin.
Benziyor muyuz gerçekten?
Hem de çok, hem de hiç!
Aslında benziyoruz; sen karnı burnunda anne adaylarını kızak ile hastanelere
taşırken ben sırtımda taşıyorum.
Benzemez miyiz?
Ülkenin en ağır işlerini beraber sırtlandık.
Sen beton dökerken ben duvarcılık yapıyordum. Sen duvar örerken ben
demir döşüyordum.
Sen park simsarlığı yaparken ben gazinoları haraca bağlıyordum.
Benzemez miyiz?
Senin çocukların ile benim çocuklarımın kaderi de aynı, aynı
hastalıklardan kırılırlar, aynı hastalıklardan sakat kalırlar, aynı
eğitimsizlikten­ mağdur olurlar.
Benzemez miyiz hiç?
Sana ulaşma konusunda devletin nasıl geç kaldığını iddia ediyorsan
benim de farkım yok bilesin.
Devleti hep jandarma diye bilir yörem insanı.
Sizdeki gibi.
Benzemez miyiz?
Aynı gelenek yüzünden silahına sarılıp binleri öldürdük namus anlayışı
gereği.
Silaha merakımız, silahı yaşamın parçası görme anlayışımız hep aynı.
Benzemez miyiz?
Kürtler, Lazların deniz görmemişidir!
Ana dil hiç sorun olmadı benim için, bahane de olmadı.
Kültürel haklar gerekçesi ile hiç cana kıymadım ben.
Hiç pusu atıp mayın döşemedim körpe delikanlılara, yiğitlere. vatan
için görev yapanlara.
Hiç işyeri yakmadım.
Hiç kepenk kapatmadım insanların yüzüne.
Hiç yollara düşüp caniliği, canileri savunmadım.
Hiç Mehmetçik ile puştu bir tutmadım, yakıştıramadım vicdanıma.
Hiç benzemiyoruz hiç!
Çanakkale’de ben de öldüm.
Yetmedi Pontus çeteleri ile mücadelede öldüm.
Ruslara karşı öldüm.
Yetmedi Kore’de öldüm, Kıbrısta öldüm.
Bunu iğrenç ayrılıkçılık anlayışına kılıf uydurmak için malzeme konusu
yapmadım.
Nereden bilebilirim ki Çanakkale’de ölen atalarımın şimdilerde yapmaya
çalışacağım ayrılıkçılığa anlayış gösterebilecekl­erini ki!
Zafere ulaşmak için her yol mübah demedim, diyemedim.
Çocuklarımı sokaklarda taş atsınlar, barikat kursunlar diye yollamadım.
Bayrakları çiğnesinler, Milli Marşı söylemesinler diye öğütlemedim.
Lazlığımı Türklüğümün önünde görmedim hiç bir zaman.
Ben dağa çıkmadım.
Ülke ülke dolaşıp vahvahlarımı anlatmadım.
Bir oğlumu dağa bir oğlumu üniversiteye birini askere yollamadım.
Devlete vergiden kaçıp eşkiyaya haraç vermedim. Ekmeğine yağ sürmedim.
Gece dağda gündüz kurumda olmadım. Hastaneleri basmadım, okulları
yakmadım, şantiyeleri havaya uçurmadım...

0




Afife Jale ki dönemin en entelektüel, en cesur kadını..
Selahattin Pınar'a "Nereden sevdim o zalim kadını" eserini yazdıran kadın..

Salahattin Ali ömrünün son 10 yılını Afife Jale'nin acısıyla yaşamış. Yasak demişler.. O da oturmuş sevdasından alkole vurmuş, ölümünü hazırlamış..

Afife Jale morfine bağlanmış..
Selahattin Pınar ise Afife Jale'ye..
Sonuç olarak ikisi de bundan ölmüş..

Velhasıl tavsiyem odur ki evliyken, ayrıldığı kadın yüzünden kendini rakı sofralarında harcatan Selahattin Pınar gibi olmasın sonunuz.

Veda ederken;
Aşık olur olmaz hemen paniklemeyin,
elinizdeki çekin karşılıksız olduğunu öğrenen bankadaki bir mudi değilsiniz henüz..

0



Hayaldi gerçek oldu (:

Biz Bursa - İstanbul arasına uçak mı olur, zaten karayolundan otobüsle 2 saat 45 dakika, otomobil ile 1 buçuk saat, deniz yoluyla 70 dakika tutuyor derken uçağı piste, pardon pist mi dedim denize indirdiler (:

Nasıl yani?

Biz de duyunca şaşırdık tabii "Deniz uçakları Bursa'da" dediklerinde (:
Seabird & Burulaş işbirliğiyle Haliç - Gemlik arasında deniz uçuş seferleri başlatılmış, Bursa Büyükşehir Belediyesi İDO'ya rakip olarak hizmete sunduğu BUDO'dan (Bursa Deniz Otobüsü) sonra mükemmel bir yeniliğe imza atmış.

Ve Haliç - Gemlik arası artık yalnızca 18 dakika!

Fiyat olarak tabi diğer toplu taşıma araçlarına göre fark ediyor.
Üzülerek söylüyorum ama öğrenciler için bir indirim sunulmamış, büyük eksiklik ama ilerleyen dönemlerde bunu gündeme alacaklarını düşünüyorum.
Bilet Fiyatları
Tam Bilet
Tam Bilet100,00 Türk Lirası
Ekstralar
Evcil Hayvan25,00 Türk Lirası
Engelli Sandalyesi0,00 Türk Lirası
Ekstra Koltuk100,00 Türk Lirası


Ayrıntılı bilgi ve bilet alımı için: Burulaş Havacılık 

6 Nisan 1326..

Posted: by Bursevi in . , , , , ,
0


Bilenler bilir..

6 Nisan 1326..
Bundan tam 687 sene öncesi..
Orhan Gazi'nin Bizans tekfurlarına baş kaldırdığı, Konstantinopolis burçlarına dayandığı o muhteşem zaferin hediyesidir bugün.. 
Osman Bey'in vasiyeti.. Oğlu Orhan'ın ise Türk ve İslâm dünyasına kazandırdığı maneviyat kokan şehir.. Çınarlık Osmanlı'nın başkenti.. "Bir rivayete göre 70.000, bir başka rivayete göre ise 700.000 evliyanın yattığı", deyim yerindeyse ayak bastığımız her yerin evliya kabri olduğu manevi şehrin yani Bursa'nın bugün fethinin 687. seneyi devriyesi.. Altı evliya üstü arş-ı azam.. Doğduğum, büyüdüğüm her ne kadar uzağında olsam da kalbimin bir parçasını orada hissettiğim.. Bursa'nın fethi kutlu olsun. Fethindekilere selâm olsun..

Mesela..

Posted: by Bursevi in . , ,
0

Mesela tam yemek yemeğe hazırlanırken mekanda çalan şarkının iştahınızı kestiği oldu mu hiç?

Muhammet ORAL

0



Bir müddet sustuk..
Kafamın içinde ona söylenecek uçsuz bucaksız şeyler bulunduğunu hissediyordum, senelerce söylense bitmeyecek şeyler..

" Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna "

Beni boş ver. Konu ben değilim ki..

Posted: by Bursevi in . , ,
0

"Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler? Hayal kırıklıkların neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak olan kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatırını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında, ufacık bir şeyi danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yılların manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 64 dakika bedava konuşma hakkım var çünkü..."

Bil ki bu defa çok hazırlıksız yakalandım..

Posted: by Bursevi in .
3



Bir anda ortaya çıkan, pek sevgili sebepsiz sıkıntı; öyle durup durup aniden yüreğimin üzerine oturma..
Bil ki bu defa çok hazırlıksız yakalandım. Ellerimi semaya açtım: "Allah'ım.." dedim ve kaldım..
Ne söyleyeceğimi bilemedim.. Nasıl af dileyeceğimi, nasıl bir şeyler diyebileceğimi bilemedim..
Sıradan bir şeyler bile demek istedim ama nutkum tutuldu, dileyemedim..

Dünyada bir tek insana inanmıştım...

Posted: by Bursevi in . , ,
4


“Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. Ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkan olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. Hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi.” 

-Kürk Mantolu Madonna-

5

Amin Maalouf - Semerkant 
Bir kaç gün önce elime aldığım Amin Maalouf'un Semerkant isimli kitabını bugün bitirme fırsatını buldum. Kitapla ilgili görüşlerime yer vermeden önce  Amin Maalouf kimdir kısaca ondan bahsetmek istiyorum.

Amin Maalouf, Orta Doğu'nun çalkantılı dönemlerinde 1949'da Lübnan'da dünyaya gelmiş, ekonomi ve toplumbilim okumuş ardından gazeteciliğe yönelmiş, çeşitli yayın organlarında köşe yazarlığı ve yöneticilik yapmıştır. 79'dan bu yana hayatını Paris'te idame ettiren Maalouf, hayatının büyük bir kısmını Asya ve Akdeniz kültürlerini taşıyan kitaplar yazmaya adamıştır.

Kitap, genel itibariyle Doğu Kültürünü ve yaşantısını ele alarak İran'ı, Ömer Hayyam'ı ve Rubaiyat'ının etrafında gelişen olaylar zincirini ele almaktadır. Semerkant, 1072 yılında yazılan bir el yazmasının yüzyıllar sonra okunurken aynı zamanda İran'ın tarihini ve onun çilekeş öyküsünü yansıtmaktadır. Özellikle tarihi romanlara ilgi duyanların bir nefeste okuyacağını düşündüğüm bir eser kıvamındadır.

Ancak her ne kadar roman kültürüyle yazılmış olsa da kitapta Osmanlı Devleti'ne bilhassa Sultan II. Abdülhamid'e karşı yapılan yakışıksız atıflarda bulunulması tahammül edilecek cinsten değildi. Zira Sultan II. Abdülhamid'i batinin bir kölesi, müneccimlerden medet uman, hatta daha da ileriye götürülüp haşa bir deli, bir ruh hastası olarak itham ediyordu. Kitabı bırakmam an meselesiydi ancak sonunda ne gibi bir saçmalığın yer alacağı meramımı yenemediğim için okumaya devam ettim.

Kitabın ilk 150 sayfası akıcı ve sürükleyici bir şekilde giderken birden farklı bir atmosfere geçiyorsunuz. İslam'a radikal bir pencereden bakmaya çalışan Maalouf eserinde tartışmaya açık birçok iğnelemede bulunmuş, İslam ve Şarap ikilemi arasında sık sık gidip gelmiştir. Şarabın meşruluğunu savunan Hayyam'ı yüceltmiş, ilerleyen saflarda İran'ın iç ve dış meseleleri konu alınmıştır. ABD'nin mutlak kurtarıcı olarak görüldüğü, İngiltere ve Rusya'nın ise mutlak sömürgeci ve baskıcı bir devlet olarak İran'ın iç işlerine karıştığı anlatılmıştır. Sonraki kısımlarda demokrasi yolunda büyük bir adım atmaya çalışan İran, tutucu ve baskıcı bir İslam rejimine ve monarşiye dayanan yönetimin esaretinden kurtulmak için Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na benzer bir halk ayaklanması gerçekleştirmektedir. Bu yolda kaybolan Rubaiyat'ın etrafında gelişen bir aşk dönencesi konu alınmıştır.

Semerkant, Ömer Hayyam, onun Rubaiyat isimli eseri, İslam'a karşı bakışı, aşkı ve tutkusundan yola çıkan eser; dönemin saray kültüründen günümüz siyasi ideolojisini tek yönlü alıp finali biçimsiz bir şekilde Titanic'in batışıyla sonlandırmıştır.

Kişisel Yorumum

Asya ve Akdeniz kültürlerine hakim olduğu söylenen Amin Maalouf'un, Semerkant'ı bu kültürlerden tamamen uzak ve Batı'nın etkisinde gelişen tek taraflı düşüncelerle ele almış görünüyor. Koyu ve fanatik bir muhalif ideolojiye sahip birisinin, okurken tahammül edebileceği türden bir eser olmamakla birlikte kısmi cinsellik yer almaktadır.

0


"Bir ilişkinin başlangıç dönemlerinde genellikle hassas sorunlardan kaçınılır..
Binbir itinayla henüz kurulan o kırılgan yapının kırılacağından, bozulacağından korkulur..
Ama benimle o kadın arasında derinden, temel bir fark vardı..
Hayat bakışımız aynı değildi.."

Belki de bir ilişkide, birçok insan burada hataya düşer; o kırılgan yapının kırılacağından korkar ve kendinden taviz vermeye başlar. İlk başlarda bunun farkına varılmaz. Birden hiç tanımadığı bir adam rolüne bürünür. Tabiri caizse bu ilişki bir evcilik oyununa dönüşür.. Kişi hayatta kendisi olamaz.. Ait olmadığı bir yaşamda ait olmadığı bir rolü üstlenir. Başlarda bu durum hoş gibi gözükse de bir müddet sonra (u)mutsuzluk çanları çalmaya başlar.. Yaşadığınız mutluluk sizin eseriniz değildir; bir başkasının sizin üzerinizde emaneten bırakmış olduğu, gayri ihtiyari iştirak edilmiş olan yapmacık ve gelip geçici bir duygudan ibarettir..

Veda ederken;


"Bir ilişkide kendiniz olamıyorsanız, o ilişkinin kuklası olmaya mahkumsunuzdur.

3


Kendimden geçmiş bir halde koltuğuma uzanmış binbir düşünceye dalmıştım.. Elimde ise kafamı dağıtması için almış olacağım ki belli belirsiz zapladığım bir televizyon kumandası.. O kanaldan bu kanala geçerken, bir muhabirin çobanlık yapan bir dayıya yönelttiği soru dikkatimi çekiyor.
Ve akabinde dayımızın vermiş olduğu cevap tüm dalgınlığımı alıyor, kafamdaki düşünceleri kırıyor. Bir kahkaha tufanı beni alıp gidiyor..

Peki neydi o diyalog?

Muhabirimiz; "Dayı" diyor..  - Lâiklik nedir? Cevap ibretlik, cevap manidar..
"Valla yegen.. Camiye giden camiye layıktır, kerhaneye giden kerhaneye layıktır.." diyor dayımız..

Millet, kelime ve manayı tartışa dursun; dayımız ise zahiriden uzak içtenliği ile hakikati bulsun..


Yavrum, ben yanlışım, biliyorum da..

Posted: by Bursevi in .
0




"Yavrum, ben yanlışım, biliyorum da..
Nedir ki bir aşkın doğrusu?"

0


Bütün günlerimi bir insanı aramakla geçirmiş diğer bütün insanlardan kaçmıştım..


"Bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım iş ondan kaçmak olurdu. Karşı karşıya geldiğim zaman her hareketimin, her bakışımın sırrımı meydana vuracağından korkar, tarif edilmesi imkansız, adeta boğucu bir utanma ile dünyanın en zavallı bir insanı haline gelirdim. Hayatımda hiçbir kadının, hatta annemin bile gözlerine dikkatle baktığımı hatırlamıyorum. Son zamanlarda, bilhassa İstanbul'da bulunduğum müddet zarfında, bu manasız hicapla mücadeleye niyet etmiş, arkadaşlarım vasıtasıyla tanıştığım bazı genç kızlara karşı serbest olmaya çalışmıştım. Fakat onlardan ufak bir alaka gördüğüm anda bütün niyet ve kararlarım uçup gidiyordu.
Hiçbir zaman masum bir insan değildim..."

Belki de çok sevdiğim bir insanın, önüme tavsiye diye bıraktığı bir kitapla kesişti onunla yolum.. Son zamanlarda ihmal ettiğim alışkanlığımı tekrardan kazanmak niyetiyle aldım onu elime..Gerçekçi olmak gerekirse o kitabı elime alışım; ne kitap okuma alışkanlığı kazanmak içindi ne de sıkıntılarımı unutturmak adına klasik bir zaman öldürme metodumdu. 
İtiraf etmeliyim ki aslında tüm bunların tek bir açıklaması vardı; sevdiğim insanın ruh halini çözmek, onun zevklerini paylaşmak ve en önemlisi onun sevdiği şeylerde ondan bir parça bulurum umuduyla onu yaşamaktı...
Bu vesileyle kesişti yolumuz Kürk Mantolu Madonna'yla..

Sabahattin Ali, insanı öyle naif bir şekilde analiz etmiş ki birden onda kendimi buluvermiştim..

"Sabahattin Ali sanki tüm insanlığın karşısına geçip, "Kürk Mantolu Kadın" tablosuna bakan Raif gibi saatlerce onları izlemiş.. Yüzlerindeki ifadeden ruhsal devinimlerine yol almış, her aşamada notlar düşmüş de kağıdına, onları toparladığında müthiş incelikte bir roman çıkarmış ortaya..
Kurgunun ne önemi kalır ki böyle olunca, ben daha ne beklerim ki bir yazardan..
Hele ki o kelimeler, her biri bir yapboz parçasıymışçasına, o dönemin kibar edebiyatının kulakta bıraktığı sihirli bir tılsım ayarında.. Her satırında samimiyeti yakalamışken yazar, Kürk Mantolu Madonna başucu kitabım olmak için ayaklanmış çoktan..."

Belki burada Raif kendisiydi.. Belki de tasavvurunu kurduğu bir başkası..
Ancak, tam olarak bu değildi zihnimi kurcalayan..


Koşulsuz, şartsız sevmekten başka nerede hata yapmıştı Raif? (Tabii ona da hata denilirse..)

Hakkımızda ileri geri bir sürü laf ediyorlarmış..

Posted: by Bursevi in . ,
0



Hayat çok garip..
Bir çok kavgamızı insanlarla değil, aslında onların nefsleriyle ediyoruz..
Hakkımızda ileri geri bir sürü laf ediyorlarmış..
Bir kadın bir erkekle o kadar yakın olamazmış, olursa altında ağza alınmayacak bir düşkünlük olabileceği söylenir dururmuş..

Sessizce bir ah çektikten sonra şu hikayeyi hatırlar oldum;

İki seyyah bir şehirden bir başka şehire doğru hareket ediyormuş. Derken yollarının üstünde azgın bir dere çıkmış karşılarına. Tam dereyi geçecekler, derenin biraz ötesinde korkudan tir tir titreyen, yapayalnız ve gencecik bir kadın görmüşler. Seyyahlardan biri hemen kadının yardımına koşmuş. Onu sırtına alıp, suyu öylece aşmış. Sonra da kadını derenin öte yakasında yere bırakıp iyi günler dilemiş. Ardından yollarına devam etmişler.

Ancak yolculuğun diğer kısmında öteki seyyahın ağzını bıçak açmamış. Sus pus olmuş, suratından düşen bin parça... Somurttukça somurtuyor. Bir kaç saat böyle surat astıktan sonra suskunluğunu bozup şöyle demiş: " Ne demeye o kadına yardım ettin? Bir de üstelik ona dokundun. Seni ayartabilirdi! Baştan çıkartabilirdi. Erkekle kadın böyle temas etsin , olacak iş mi!
Ayıp yahu! Olmaz, bize yakışmaz!"

Kadını sırtında taşıyan seyyah sabırla gülümsemiş: 
"İyi de dostum, ben o genç kadını derenin karşısına geçirip orada bıraktım; sen ne demeye hâlâ taşırsın?"

İşte hayatta kimi insan böyledir.. Kendi korkularını, önyargılarını başkalarına yansıtır ve onlarda gördüğünü sanır. İşte asıl yük budur. Zihinlerini zanlarla doldurur, sonra da bunca ağırlığın altında eziliverirler..